28 Haziran 2010 Pazartesi

Futbol, fena halde hayata benziyor

Sevgili Burcu Göknar'ın hazırladığı "Vefa" kitabıyla ilgili Cem Dizdar'ın yazısını paylaşıyorum.
İki yıl boyunca soyunma odalarından, sahalara koşturup durmuş Vefa Spor’un peşinde Burcu Göknar. Yenilginin ve hüsranın, sevincin ve umudun fotoğraflarını çekmiş. Ki, dünya daha yaşanır bir yer olsun diye...
Ahmaklığın pençesine düşmüş şu güzelim gezegen, yörüngesinden kopup uzayın derinliklerinde kaybolmuyorsa bu, dünyada hala iyi şeyler yapmak için çırpınan birilerinin yüzü suyu hürmetinedir.
Kaç zamandır fellik fellik aradığım kitabı masamın üzerinde gördüğümde, son zamanlarda sevinmeme neden olan ne az şey yaşadığımı düşündüm ilkin.
Bir kadın, Burcu Göknar, fotoğraf makinesi boynunda yaklaşık iki yıl boyunca amatör küme takımı Vefa Spor’u ve dolayısıyla o semtin insanlarını görüntülemek için dolanıp durmuş peşlerinde. Yağmurun ve güneşin altında insanların, gençlerin, yaşlıların, futbol topunun, gözyaşının, ağız dolusu sevincin, duvarların, kale direklerinin, tezahüratın, yeşil beyaz bir dünyanın siyah-beyaz fotoğraflarını çekmiş de çekmiş...
‘Önemsiz’ görüneni sahiplenmek
Bir kadın, Burcu Göknar, sanki düşünürlerin düşünürü Walter Benjamin’e kulak vermiş, bugüne dek hep yenenler açısından yazılan insan tarihini oturmuş yeni baştan ama bu kez yenilenlerin gözünden bir kez daha yazmaya koyulmuş.
Bu kadın, tuhaf, önemsiz ve gülünç gibi görünene sahip çıkarak onun içindeki cevheri açığa vurup, geleceği yeniden kurmak için sıvamış kolları.
İthal malı duyguların iştahla tüketildiği bu ahmaklık çağında, hayatı kurmak yerine onu eğlenceli bir reklam gibi izlemekle yetinen ve olan biten her şeye omuz silkip geçen televizyon çocuklarının yükünü de vurmuş omzuna...
Bir semt bilgesi; Melkon Amca
Bize, futbolun hayatın ta kendisi olduğunu bir kez daha gösteriyor Göknar’ın fotoğrafları. Vefa’nın deplasman maçlarını bile kaçırmayan ve artık bu dünyada olmayan Nejdet Örs’ü tanıtıyor fotoğraflar. Ve onun, Allah uzun ömür versin, tribündaşı futbol filozofu Melkon Taşçıoğlu’nu...
14 yaşından bu yana Vefalı olan Melkon Amca, önce renklerini sevmiş takımının. Şimdi ise, milyon eurolara yapılan transferleri rüküş bir gösteriye dönüştürmekte utanılacak bir yan bulmayan, güç ve başarı arsızı gençlere futbolun en basit ama en soylu yanını işaret ediyor yedi kelimeyle; “Biz mazlumun yanındayız; ötekileri sevmek çok kolay!” 82 yaşındaki bu semt bilgesi, takımının 6-0 yendiği bir maçın ardından başları önde soyunma odasına giden rakip futbolcuları, “Aslansınız yavrularım! Haydi çocuklarım üzülmeyin, bir dahakine kazanacaksınız” diye teselli etmeyi ihmal etmeyecek kadar derin biri. Kim kulağının, bu sözleri söyleyen bir adamın dudaklarının dibinde olmasını istemez ki!
Burcu Göknar’ın ‘Vefa’ fotoğraflarına, içine girercesine uzun uzun baktım. Tek tek insan yüzlerine... Galibiyetlerin coşkulu kahkahasına, yenilgilerin gözü yaşlı insanlığına... Taze ekmekli kahvaltılara, yoksul sokakların yenilgiyi çaresizce kabullenişlerine... Bir kere daha anladım ki, ‘futbol, fena halde hayata benziyor’ ve bize bu hayata dair çok şey öğretiyor. Anladım ki, birlikte olduğumuzda çok iyiyiz! Ve Nejdet Örs’ü artık göremeyecek oluşumuz nedeniyle bir kez daha anladım ki, sevdiklerimizle sonsuza kadar birlikte ve sağlıklı yaşamayacağız. O fotoğraflar diyor ki; “Babana sahip çık! Onunla çok zaman geçir, ondan öğrenebileceğin ne varsa öğren.” Var sen bunu, “Annene” diye de oku...Kaptan Kamil Çil elinde bir kupa taşıyor ama üzgün. Çünkü, Süper?Amatör Lig İstanbul Şampiyonası’nda Sultanbeyli’ye penaltılarla yenilmişler.?Eldeki ‘ikincilik kupası’ ama semtin birikimine gururlu bir katkı öte yandan da... 1962-63 sezonunda Vefa’da oynamış Mehmet?Ali Demiroğlu, koca bir tarihe tanıklık eden badi parmağıyla, ‘o zamanki kendi’ni gösteriyor...Bir maç daha bitmiş. Futbolcular, rutubetli sokaklarda kurumaya bırakılmış çamaşırlar, yemek kokuları, çocuk bağırışları arasında terli ve yorgun halde semte dönüyor. (Milliyet Cadde Eki'ndeki yazısıdır)

20 Haziran 2010 Pazar

Bir Vefa Hikayesi


Metin ağabeyimin hoşgörüsüne sığınarak bu anısını paylaşmak istedim.


Kendi yazdıklarıyla ...



Resimde gördüğün gibi nikah bitmiş çıkıyoruz.Fakat nikah kıyılırken olanların kimse farkında deyil.Vefanın o hafta sonu İzmirde önemli maçı var.Kafile gitmiş İzmirde Efes otelde kampta.Zannedersem benim nikah cuma günüydü.Nikah kıyılırken tabiki kimse farkında deyil.Nikahın başından beri beni ,nikahtan sonra akşam uçağıyla İzmire götürmesi için görevlendirilmiş ,o zamanki kulup müdürümüz Abidin bey ,imzayı atarken karşıdan bana uçak biletlerini gösterip sallıyor.Yani burdan doğru hava alanına oradan kafileye katılıp kampa diyor.Öylede oldu.Akşam uçağıyla Müdürle ben ayrıca gidip kafileye katıldım.Maçları oynayıp geri döndüm.O zamanlar Vefanın vazgeçemediği klas oyuncularındandım tabi.......

15 Haziran 2010 Salı

Geçmiş olsun Hakkı Başkan




Vefalılar Derneği Başkanı, Vefa Spor Kulübü yöneticisi ve eski başkanı, Vefa isminin yaşatılması için çabalayan bir avuç insanın en önde gelenlerinden Hakkı Baliç, eşi ve kayınpederi ile birlikte dün bir trafik kazası geçirmiştir.


Neyse ki, şans eseri ciddi kazayı hafif şekilde atlatarak hastanede ayakta tedavi edilen Hakkı Başkanımıza ve ailesine geçmiş olsun dileklerimi sunarım.

6 Haziran 2010 Pazar

Vahram Papazyan

Futbolun tatile girdiği bu günlerde, adımıza yakışanı yapayım, vefa gösterilmesi gerekenleri kısa kısa anayım istedim. Sıkı bir olimpiyat takipçisi olarak, bu bağlamda bahsedilmesi gereken bir isim var.
Vahram Papazyan


Osmanlı Devleti adına olimpiyat oyunlarında yarışan ilk sporcu.


Adından anlaşılacağı üzere Ermeni asıllı olan atlet, 1912 Stockholm olimpiyatlarına katılmayı kafasına koyar. O zaman şartlarında tamamen kendi olanaklarıyla antremanlarını yapan bir gazete bayiinin oğlu olan sporcu Selim Sırrı Tarcan'dan olimpiyata katılabilme ile ilgili onayı alır.Ancak Stockholm'e ulaşmak ve orada oluşacak masrafları ile ilgili kendisine bir ödenek ayrılamayağı da belirtilir.

Kendisi gibi Osmanlı'yı temsilen olimiyata katılacak olan arkadaşı Mıgırdıç Mıgıryan için bu masrafları karşılamak varlıklı bir ailenin üyesi olması nedeniyle sorun değildir. Ancak Papazyan, dar gelirli bir ailenin çocuğudur. Bu para Ermeni cemaati tarafından organize edilen ve türkçe olarak sahneye konulan bir tiyatro oyunundan elde edilen gelirle sağlanır. Bu oyunda hatta Papazyan'ın kendisi de oynar.

Papazyan ve Mıgıryan Stockholm'e vardıklarında, stadda ve şehirde Türk bayraklarının asılı olmadığını görürler. Vahram Papazyan bu durumu protesto eder ve oyunlara bu şartlar altında katılmayı reddeder. Bu protestosunu büyükelçiliğe de iletir. Sefaretin de girişimiyle bayraklar asılır ve Osmanlı sporcularının da oyunlara katılacağı duyurulur.

Sefirin eşi Vahram Bey'in yarışmada giyeceği kırmızı tşortunun üzerine bizzat kendisi beyaz ay-yıldız diker.Aşağıdaki fotoğrafta Vahram Bey sağdan ikinci.


Sporcumuz göğsünde ay yıldızlı formasıyla 1.500 metrede yarışır. O güne kadar hiç profesyonel olarak koşmayan,tamamen amatörce spor yapan Vahram Bey, yarışın son metrelerine 1. olarak girer. Ancak heyecandan olsa gerek finişe 20-25 metre kala bayılır ve yere düşer,yarışmayı tamamlayamaz. Bu esnada büyükelçimiz de koşu esnasında heyecandan tribünde duramaz ve pistin yanına kadar iner. Sporcumuzu ilk teselli olan da kendisi olur.


Diğer sporcumuz Mıgıryan da pentatlonda 4. olarak Osmanlı'yı tek başlarına bu oyunlarda layıkıyla temsil ederler.